COVID-19 salgını hapishaneleri, mülteci kamplarını, göçmen gözaltı merkezlerini ve insanlık dışı kapitalist cezaevi sistemini ortadan kaldırma ihtiyacına yeni bir aciliyet kazandırdı. Tüm dünyadaki cezaevi ve mülteci nüfusu, hapishaneler, kamplar ve gözaltı merkezlerinin kalabalık ve sağlıksız koşullarında virüsün hızla yayılmasından dolayı ölüm tehdidiyle karşı karşıyalar.
Aynı zamanda, çeşitli devletlerin hijyen ve tıbbi ekipman üretimi de dahil olmak üzere hapishane emeğine olan bağımlılığı devam ediyor. Üretimde sosyal mesafenin imkansızlığı nedeniyle, mahkumlar enfeksiyona karşı savunmasız bırakılmış durumdalar. Bu durum uzun süredir devam eden ve cezaevlerinde bulunanları düşük ücretle çalıştıran sistemin ücret hırsızlığını ve aşırı çalıştırma baskısını daha da arttırmaktadır.
ABD, İran, İtalya, Kolombiya, Venezuela, Meksika, Lübnan, Fransa, Kanada, Mısır, Hindistan ve başka ülkelerdeki gözaltı merkezleri ve hapishanelerde protestolar ve açlık grevleri sürerken İran ve Brezilya’da ise hapishanelerden kaçışlar gerçekleşti. Türkiye’deki Kürt siyasi tutsaklar erken tahliye hakkından yararlanamazken, İsrail’deki Filistinli tutuklular dış dünyadan tamamen koparıldı ve hapishanenin umumi telefonlarını kullanma hakları askıya alındı. Cezaevi karşıtı hareket ve göçmenlerle dayanışma grupları insanları hapishanelerden ve gözaltı merkezlerinden kurtaracak kapsamlı bir plan için çağrı yapıyor ve bazı gözaltı merkezlerinin önünde arabalarla protestolar düzenliyor.
Bu salgın bizi, hapishaneler, mülteci kampları, gözaltı merkezleri ve gözetim araçları ile ırkçılık, heteropatriarki, cinsiyetçilik, emperyalizm ve küresel kapitalist sistemin insanlık dışılığı arasındaki bağlantıları kavrayan küresel bir hapishane karşıtı hareket yaratmaya zorluyor. Cezaevi karşıtlarının her türlü devlet şiddeti, sömürüsü ve tahakkümüne karşı alternatifler sunmasını gerektiriyor.
Bu metni kaleme alan koalisyon ulusal ve uluslararası mücadeleler arasındaki ilişkiyi görmekte ve çoğunlukla işçi sınıfı mensubu ve yoksulluk, ırkçılık, marjinalleşme ve ihmal mağduru olan adi mahkumlar ile siyasi mahkumlar arasında fark gözetmemektedir. Cezaevi karşıtlığımız, ister neoliberal isterse devletçi olsun, her zaman otoriter olan kapitalizme bir alternatifin gerekliliği konusundaki kararlılığımızla bağlantılıdır.
Tarihte son derece kritik bir dönemden geçmekteyiz. Kapitalist seçkinler, yalnızca kâr ve sermaye birikimini önemseyen bir sistemin olası çöküşünden korkmaktalar. Onlar için güvencesiz işçilerin, kadınların, beyaz olmayanların, etnik veya dini azınlıkların, mahkumların ve mültecilerin yaşamları harcanabilirdir. Yoksul insanlar sanki hiç bir şey değişmemiş gibi çalışmaya mahkum edilerek ölüme gönderiliyor. Ama buna rağmen tüm ekonomik ağların çöküşünü izliyoruz. Hapsedilen kişiler devlet şiddeti ve kapitalist sömürünün yükünü taşıyor. Bu nedenle, cezaevleri üzerinden yönetme mantığını normalleştirmiş küresel iktidar yapılarını bozmaya yönelik bir hareket, hapsedilmiş insanların bakış açılarını merkeze almalıdır.
Bugüne değin hapishaneler hakkında üretilen bilgi ve akademik söylemlerin çoğu ABD modeline odaklandı ve cezaevi sisteminin göçmenlerle ilişkisi nadiren gündeme getirildi. Gerçekte ise her ülke kendi tarihi ve özgün yapısı ile karşımızda duruyor. Hapishane sistemleri bir ülkeden diğerine ve hatta aynı ülkede bir bölgeden diğerine türlü farklılıklar barındırıyor.
Aynı zamanda, şu anki küresel salgın gösterdi ki; mahkumların yaşamları her yerde harcanabilir olarak görülüyor. Bugün dünyanın her yanında mahkumlar insan hakkı ihlallerine maruz kalıyor ve bu, küresel bir sorun haline gelmiş durumda. Mahkumlar devlet şiddetinin evrensel bir dil olduğunu gayet iyi kavramaktalar.
Ne yazık ki, bugün halen küresel düzeyde siyasi sol örgütlenmelerinin birçoğunda ise, bazı ülkelerdeki mahkumların durumunu göz ardı etme ve ABD emperyalizmine karşı çıkma kisvesi altında çeşitli otoriter yöneticileri savunma eğilimi mevcut. Bu seçici antiemperyalizm, tüm emperyalist güçlere ve dini köktenciliğe karşı olsalar bile Suriye, İran, Rusya, Çin, Venezuela, Küba ve Nikaragua gibi ülkelerdeki mahkumları savunmayı reddebiliyor.
Buna karşın, COVID-19 salgını ve yol açabileceği soykırımsal sonuçlar, hapishane sistemini reddeden yapı ve kurumları bir araya getirerek uluslararası dayanışmayı teşvik etmeye ve küresel ölçekte bir değişim yaratmaya zorlamakta. Biz de bu zorunluluk karşısında farklı kurum ve bireylerin birleşik bir cephesi olarak, aşağıdaki hedefler doğrultusunda çalışmayı hedefliyoruz:
1) Onarıcı adalet ve dönüştürücü adalet uygulamalarına dayanarak mahkumların derhal serbest bırakılmasını savunmak.
2) Göçmenler ve mülteciler de dahil olmak üzere herkese yönelik güvenli barınma ve sağlık hizmetleri sağlanması için mücadele etmek.
3) Birçoğu baskıcı devletler ve milisler tarafından işkence gören siyasi mahkumlar ve adi mahkumlar ile zorla kaybedilenlerin vakalarını duyurmak için platformlar oluşturmak.
4) Polis şiddeti ve cinayetleri de dahil olmak üzere infaz ve işkenceye karşı çıkmak.
5) Mahkumların işçi olarak sömürülmesine karşı çıkmak.
6) Yabancılaşmış emek ve sermaye mantığından azade alternatif bir toplumun yaratılmasına dönük olarak; insanlığın, doğanın ve toplumların esenliğine odaklanan küresel işbirliği ağlarını teşvik etmek.
7) Cezaevleri, gözaltı merkezleri, mülteci kampları, sığınaklar, sınırlar ve diğer esaret biçimlerinin var olmadığı bir dünyayı hayal etmeye çalışmak.
ConvBu hedefleri kabul eden kurumları ve kişileri bu çabaya katılmaya davet ediyoruz.